O cumartesi sabahı, her yaştan genç ve güzel elli kadar hanım Galatasaray Lisesi’nin kapısında buluştuklarında, çevre sakinlerinin ve daha az sakinlerinin ilgisini mıknatıs gibi çektiler üzerlerine.
Kolay mı ya, çalışanların zaten haftada topu topu iki gün olan tatil günlerinden ilkinde, hele de havanın tahterevalli misali bir ısınıp bir soğuduğu günlerin en soğuklarından birinde, bıraksınlar yataklarını, şahane kahvaltılarını ve hafta sonu sabah sabah televole kuşaklarını, atsınlar kendilerini ayazda dışarıya. Elli dördü birden hem de. Ya deliydiler, ya da daha iyisi: “teroriz”, kesin…
Meydanda tekvando talimi yapanların rahatını bozdular, sohbetçiler birden sohbetlerini onların üzerine çevirdi. Henüz tenha olan caddede sürat denemesi yapan kamyonetler topluluğa yaklaşırken hızlarını azaltarak, ama kornalarıyla bu konuda düşündüklerini belirtmeyi de ihmal etmeden geçitlerini tamamladılar. Köşedeki mağazanın “Belki şunları kaçırırım…” diye aynı parçayı boyuna üst üste çalması da nafileydi, hanımlar kararlıydılar, yerlerinden ayrılmadılar.
Neyse ki az sonra ufak tefek bir genç kadının çevresinde toplandı da topluluk, işin rengi açığa çıktı. Notre Dame De Sion Lisesi Mezunları Derneği’nin bir araya getirdiği, bazıları eşlerini, çocuklarını, arkadaşlarını da kapıp gelmiş elli kadar hanım, Galatasaray’dan Tünel’e Pera turu yapmak için toplanmışlardı. Profesyonel Turist Rehberi, arkeolog Saadet Özen de aynı okulun mezunlarındandı ve amacı öğrencilere burs yaratmak olan derneğin bu gezisinde rehberlik yapmaya gönüllü olmuştu.
Sabahın o saatinde Cadde-i Kebir’e yolu düşenler rehberlerini uslu uslu dinleyen topluluğa merak sâikiyle yaklaşıp anlatılanlara kulak kabarttılar. Rehber hanım önce Beyoğlu’nun adının nereden geldiğini anlattı. Sonra Bizans’ın karşı yakası Pera’dan, limandan, Galata kulesinden, surlarından, Pera Bağları’ndan, o kilometreler boyu giden mezarlıklardan, Mevlevihane’den, Galata Sarayı Mekteb-i Sultânisi’nden bahsetti.
Yürürken gruba takılanlar, bekledikleri çıkmayınca herhalde, “Yabancı olm bunlar, gel boşver!” deyip birbirlerine, uzaklaştılar.
Sonrası, bu sayfalara sığdırılacak gibi değil: Champs-Elysées’nin; Cité Hazzopoulos, Palais de Crystal, Alhambra’nın; Bon Marché Karlmann, Cité de la Syrie’nin öykülerini, meşhur katillerin efsanelerini, Gina Lollobrigida’nın İstanbul seyahatini dinlediler. Ayhan Işık’ın, M.Butterfly hikayesinin gerçek kahramanının evlerini, Aliye Berger’in, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Sultan Abdülhamid’in terzisi Botter’in modaevini gördüler. Mimarlar D’Aronco, Fossati ve Vallaury’den dem vurdu rehberleri. Hanımların kimi Lebon pastanesinde geçen gençliğini anlattı, kimi mezuniyet balosu için devrin ünlü terzisi Mademoiselle Korin’in Fransız gipüründen diktiği tuvaleti ya da evden kaçıp gittikleri konseri. Rue des Petits-Champs’da yürüdüler. Hep vitrinlerine baktıkları dükkanların bu kez üst katlarına çevirdiler gözlerini. Günün ruhuna uygun olarak caddenin yaşayan en eski lokantası Rejans’ta Rus yemekleri yediler, lokantanın ortaklarından İzmir Dame de Sion Lisesi mezunu Zinnur Hanım’ın anılarını dinlediler. Okul arkadaşları Tülün Yalçın’ın yeni romanı ‘Osmanlı’da Bir İngiliz Gelin’, Can Yayınları’ndan iki gün önce çıkmıştı, Beyoğlu’ndan geçiyordu öyküsü, hemen alıp sıcak sıcak imzalattılar.
Akşamüstü Tünel’e dek gitmiş, Tepebaşı’na dönmüşlerdi. Olanca hızıyla değişmeye devam eden bir semtin geçmişinin üstündeki tozu elbirliğiyle üflemiş olmanın yorgunluğu vardı üzerlerinde.
“Gelecek gezide görüşürüz…” dediler birbirlerine. Geçirdikleri harikulade günü herkese anlatmak üzere, ayrıldılar. Günü yaşarken geçmişe kayıtsız kalmamanın neşesi kuş gibi içlerinde…
(Bu yazım 2005 yılında artık ne yazık ki varolmayan Beyoğlu Gazetesi'nde yayınlandı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder