19 Temmuz 2008 Cumartesi

Ve sonunda Halka Üçlemesi Türkçe'de...


Liseli bıcır bıcır iki kız, büyüklerinin kırk yılda bir kendilerini evde yalnız bırakmış olmasından istifade etmeyi planlamaktadırlar. Ya da izleyici kızların çeşitli gençlik eğlenceleri ile geçirmeyi planladıkları gecenin başında olduklarına inanmaktadır. Oysa kızlar son derece ciddi bir meseleden, içlerinden birinin tam yedi gün önce bir dağ evinde izlediği, lanetli olduğu iddiasındaki bir videokasetten bahsetmektedirler. Konuşmalarındaki gerilimin dozu diğer odadaki televizyonun kendi kendisine açılması ve asla kapatılamamasıyla doruğa çıkar. Bahsi geçen kasedi yedi gün önce tam da o saatlerde izlemiş olan Katie, arkadaşı Becca'nın gözleri önünde acılar içinde aniden can verir. Korkunç olayın şokunu atlamayan Becca ise akıl hastanesine kaldırılır.

Korku filmleri ilginizi çekmiyor olsa bile, yazarının da alçakgönüllülükle dediği gibi, yukarıda kısaca özetlenen öyküyü bilmiyor olmanız mümkün değil.

1998 yapımı kült Japon korku filmi Halka'nın (Ringu), 2002 yılında Gore Verbinski tarafından yeniden yorumlandığı Amerikan versiyonu The Ring, 250 milyon dolarlık baş döndürücü bir gişe başarısı elde etmişti. Halka'yı doğal olarak Halka 2, Sarmal ve diğerleri izledi. Korkunç Bir Film 3 (Scary Movie 3) gibi korku parodilerinden, Family Guy'a, The O.C.'den, Will&Grace'e dek neredeyse tüm popüler televizyon şovlarına az ya da çok konu olmasının da hatırı sayılır yardımıyla Halka, kısa zamanda modern çağın en bildik korku hikâyelerinden biri haline geldi. Bu başarının ardından Japon korku sinemasının kalburüstü filmleri, Hollywood yönetmenleri tarafından birer ikişer tekrar beyazperdeye aktarılmaya başlandı

Japon yazar Koci (Koji) Suzuki'nin Halka filmlerine kaynaklık eden aynı adlı 1991 tarihli başyapıtı, üçlemenin diğer kitapları Sarmal (Spiral, 1995) ve Düğüm'le (Loop,1998) birlikte Temmuz ayında Doğan Kitap tarafından Türk kitapseverlere ulaştırıldı. Suzuki'nin Halka üçlemesiyle bağlantılı olarak yazdığı Gökyüzündeki Tabut (Coffin in the Sky), Lemonheart ve Doğum Günü (Happy Birthday) adlı 1999 tarihli üç uzun öyküsü de, serinin Doğum Günü adını taşıyan dördüncü kitabında bir araya getirildi.

Edebiyatseverler hele de bibliyofiller için sevdikleri romanları konu edinen filmleri izlemek çoğunlukla sevimsiz birer tecrübeden ibarettir. Kâğıt üzerindeki mürekkebin yarattığı büyülü etkinin beyazperdede her zaman yakalanıp yakalanamadığı tartışmalıdır. Halka romanından söz etmeye de, filmden çok farklı olduğunu söyleyerek başlamak gerek. Ne yalan söyleyeyim naçizane bendenizin yüreği Japon korku filmi Ringu'yu izlemeye el vermemişti. Ancak geçtiğimiz hafta başında elime Türkçesini aldığım Halka romanının korku-gerilim janrında elde ettiğin müthiş başarının Hollywood beğenisi ve kalıplarına uydurulmuş The Ring filminden kat be kat ilerde olduğunu söylemeden geçmek yazara büyük haksızlık olur. Fransız filolojisi mezunu ve İngiliz diline de eser verebilecek kadar hâkim olan 1957 doğumlu Suzuki'nin okuyucunun zihninde hedeflediği imge ve etkiyi ilk sayfalardan itibaren hızla ve kolayca oluşturabilmesi hayranlık verici.

Yazarın İngilizceye ve herhalde dolayısıyla birçok dile daha kolayca ve doğru üslupta aktarılabilecek yapıda, çizgi-roman (tabii ki manga!) ya da sinemaya aktarılmaya hazır olarak kurduğu karanlık atmosfer, romanı Japonca aslından çeviren H. Can Erkin'in dinamik ve akıcı Türkçesi sayesinde okuru içine çekiyor ve gerilim, romanın sonuna dek, uygun dozda sürüyor.

Filmde aktarıldığından çok daha derinlikli olan, klasik polisiye ya da kara edebiyat kalıplarına sıkı sıkıya bağlı gelişen öykünün soluksuz bırakan, zaman zaman çaresiz hissettiren müthiş kovalamacası romanın neredeyse üçte biri geçildikten sonra gayet emin adımlarla ve hiç acele etmeden açılıyor. Filmde yerini – herhalde nezaketten olsa gerek – bir kadın gazeteciye devreden romanın başkişisi Japon gazeteci Asakawa, karısının liseli yeğeninin ani ve gizemli ölümünün sırrını açığa çıkarmak istemektedir. Ancak bir süre önce UFO ve hayalet öyküleri üzerine yaptığı yazı dizisi ona kötü bir şöhret kazandırmıştır ve çalıştığı gazetenin yönetiminden yeterli ilgiyi görmez. Asakawa titiz araştırması sonucu taşıdığı laneti başında ve sonunda gayet açık bir şekilde ve hatta yazılı olarak izleyiciye bildiren bir videokasede ulaşır. Görüntüleri okumak için liseden arkadaşı üniversite öğretim görevlisi felsefeci Ryuci Takayama'nın yardımını ister. Hurafelere hiç metelik vermeyen Ryuci ile: "En kötü ihtimalle beraber lanetleniriz topu topu!" diye düşünürlerken, evde izlemeye kalkıştıkları kasedi kazara Asakawa'nın karısı ve üç yaşındaki kızı da izler ve olay içinden çıkılmaz hale gelir.

Ryuci Takayama karakteri üçlemenin ikinci kitabı Sarmal'da romanın başkişisinin otopsisini tamamlayıp dikişlerini bitirdiği halde içinden "Halka" yazılı bir gazete kâğıdı parçası fırlayan bir ceset olarak ortaya çıkıyor. Üçüncü kitap Düğüm'ün kahramanı ise, babasını ve doğmamış çocuğunu ölümcül bir kanser türüne yol açan bir virüs salgınından korumaya çalışırken karşılaştığı, on binlerce bilgisayarın birlikte kullanılması yoluyla yaratılmış sanal evren projesi Loop'un sanal kişiliklerinden biri olarak tanışıyor Takayama ile.

Her üç kitapta da var olan ve öykülerin farklı yönlerinden yaklaştığı bir diğer karakter ise tabii meşum kasedin yaratıcısı Sadako Yamamura adındaki gizemli kadın.

Kitabı okuyacakların keyfini bozmamak için hiç ipucu vermek istemesem de film ile romanın temel farklarından birinin lanetten kurtulmak için yapılması gerekenler olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Filmde hani neredeyse kolayca bertaraf edilebilecek olan lanet romanda son derece karmaşık bir süreç sonucunda ortadan kaldırılabiliyor. Ama aynı hikayeden beslenseler bile, romanlarla filmlerin farklı tadlar vermesi böyle şeylerden kaynaklanmıyor mu? Ödüllü yazar Koci Suzuki'nin eserlerinden sinemaya aktarılan tüm filmlerin senaryolarının oluşturumasına katkıda bulunduğunu hatırlatalım.

1996 yılında ilk kez mangaya aktarılan ve iki yıl sonra çekilen Ringu filminin yarattığı dalgayla internet toplulukları yaratan, romanları ve filmleri açıklamak amacıyla çok sayıda kılavuzu yayınlanan Halka "The Ring" üçlemesi, korku-gerilim-polisiye-kara roman-fantazi klasikleri arasında hak ettiği yeri çoktan aldı.

Türkiye'de 70'li yıllardan bu yana ne yazık ki pek tercih edilmeyen o şahane cep kitabı formatındaki 316 sayfalık Halka, bir taraftan da ekonomik boyutları, hafifliği ve fiyatıyla hoş bir yaz sürprizi.
(Bu yazım Vatan Kitap Dergisi'nin 15 Temmuz 2008 tarihli sayısında yayımlandı.)

“İçeri gir, 007...”



Kaç adet üretildiği bilinen objeler koleksiyoncuların başına beladır. Örneğin 1935 yılında basılan meşhur Kadın Hakları Cemiyeti Kongresi anma serisinin on beşini de Yıldız özel damgasıyla elde etmiş bir koleksiyoncu kendini sonunda tatmin olmuş hissetmek yerine, başka bir damga ya da serinin peşine düşmek zorunda hisseder.

Bu nedenle seri kitaplar ama özellikle polisiye roman dizileri, bibliyofiller için zihinlerinin ve midelerinin bir köşesini her daim meşgul eden birer tatlı beladır. Son yıllarda bu olgunun ticari değerinin iyice anlaşılmasıyla birlikte, isimleri kısa sürede markalaşan, kedili, hırsızlı, harfli vesaire, son derece kaliteli seriler üretilir oldu; bunların haklı başarısı da türün tutkunlarının duydukları açlığı bastırmalarına yardımcı oluyor.

Bu tarz romanların öncüleri arasında Mike Hammer, Philip Marlowe, Sam Spade ve James Bond gibilerinin edebiyat dünyasındaki özel yeri, yaratıcıları öldüğü ya da yarattıkları karakterlerden sıkıldığı hatta bazı yazarlar bu hayali karakterlerle kavgaya tutuştuğu için, yayınevleri tarafından çeşitli yöntemlerle doldurulmaya çalışıldı.

Bu yerinde çabaya bize çok yakın ve efsanevi bir örnek olarak Kemal Tahir’in, Afif Yesari’nin yazdığı, sayısı onlarla ifade edilemeyen içimizden biri tadındaki Mayk Hammer romanlarını vermeden geçmek olmaz. Tabii bu yalnızca bize özgü değil, dünyada da birçok örneği var.

Sinemada hiçbir zaman eskimeyen Bond’lara da yayınevleri bu şekilde destek vermiş, ama sonuçlar bugüne kadar okurları pek tatmin etmemişti. İkisi kısa öykülerden oluşan on dört Fleming Bond’unu düzensiz olarak izleyen birkaç roman ve çeşitli Bond-Fleming biyografilerinden sonra, 1981-1996 yılları arasında John Gardner’ın kaleminden çıkmış on altı; 1997-2002 arasında ise Amerikalı yazar Raymond Benson’ın yazdığı on iki Bond, bazıları sinemada olağanüstü başarılar elde etmiş olsalar da kitap dünyasında orijinal Bond’ların yerini doldurmaktan galiba çok uzak kalmışlardı.

Geçtiğimiz günlerde bir Bond daha, hem de en fiyakalı ve yıllardır yapılmamış bir şekilde okurlarla buluştu. James Bond’un yaratıcısı Ian Fleming’in doğumunun 100. yılı olan 28 Mayıs 2008 tarihinde son derece kapsamlı bir etkinlikler dizisi gerçekleştirmek isteyen Ian Fleming Publications, yepyeni bir James Bond romanı, Afyon Çiçeği'ni (Devil May Care) 40’tan fazla ülkede aynı anda piyasaya sürüldü.

Kitap, Fleming Bond’larını yeniden basmaktan, orijinal kapak tasarımlarını sergilemeye ya da bu illüstrasyonlardan posterler ve çeşitli hediyelik ve hatıralık eşyalarla, hatıra pulları ve koleksiyon malzemeleri üretmeye, Genç Bond adını taşıyan bir çizgi roman serisini başlatmaktan, edebiyat toplantıları ve seminerlere uzanan bir bütünün parçası olarak tasarlanmıştı.

Afyon Çiçeği Ian Fleming Publications tarafından özellikle seçilmiş ve görevlendirilmiş olduğu için mahlas kullanmaya ya da kendini herhangi bir şekilde gizlemeye ihtiyaç duymayan, hatta kitabı büyük bir keyifle yazacağını bir yıl kadar önce yayınevinin düzenlediği lansman etkinliklerinde ilan eden popüler İngiliz yazar Sebastian Faulks tarafından kaleme aldı.

1953 doğumlu Sebastian Faulks, Independent gazetesinde altı yıl edebiyat editörlüğü yaptıktan sonra 1992 yılında The Guardian’da başladığı köşe yazarlığını 1997–1999 arasında The Evening Standart’ta sürdürdü, daha sonra BBC için “Churchill’s Secret Army” adlı bir belgesel dizi hazırladı ve sundu. Afyon Çiçeği’ne dek sekiz roman ve bazı biyografi çalışmaları ve denemelerini topladığı kitapları yayınlandı. Türkçede Kuşların Şarkısı (Birdsong, 1993) adlı bir romanı daha yayınlanmış olan Faulks yalnızca bu romanıyla dünya çapında üç milyonu aşkın bir satış rakamı yakaladı. 1995 yılında Britanya Kitap Ödülleri tarafından Yılın Yazarı olarak onurlandırıldı, 1998’de James Tait Black Ödülü’nü aldı, 2002 yılında da Kraliyet CBE nişanına layık görüldü. Halen İngiliz radyo ve televizyonun edebiyat programlarının değişmez yüzlerinden biri; edebiyatın yanı sıra cinsellik, kadın-erkek ilişkileri, yeme-içme, doğa, nostalji konularında da bir çok gazete ve dergiye makaleler yazıyor. 2007 yılında yayınlanan romanı Engleby’ın yurt dışında yarattığı yankılar ise ne yazık ki bize kadar ulaşamadı henüz.

Ergenlik hayalinin taksi şoförlüğü olduğunu itiraf eden Faulks, on beş yaşında bir Orwell romanı okurken ailesinin erkek tarafının geleneğine aykırı olarak, hukukçu değil romancı olmaya karar vermiş. Yapıtlarında bir yandan sanatçı bir aileden gelen sanatsever ve sıkı okur annesinin kendisine kazandırdıklarının, diğer yandan ise hukukçu aile büyüklerinin savaş yılları ve askerlik anılarının etkisinin ağır bastığını hiç saklamıyor. İngiliz eleştirmenlere göre Faulks romanlarının temelini de ikilem, zaman zaman gönlün ikilemi, zaman zaman savaşın ikilemi oluşturuyor. Zaten Human Traces (2005) ve Engleby’dan sonra Bond’u yazması da eleştirmenlerce yazarın çok kişilikliliğin vurgulanmasına neden oldu.

10 Temmuz 2007’de verdiği bir röportajda, Faulks kendisine teklifte bulunulduğunda şaşırdığını ama gururunun da okşandığını anlatıyor: “ … Üç öğeyi diğerlerinden öne çıkardım: Fleming’in yalnız kahramanının çevresinde yarattığı tehlike hissi, oyuncu yazı üslubu ve hiç modası geçmeyecek olan hızlı, kendinden emin muhabir tarzı… Yüzde seksen oranında Fleming olan bir anahat geliştirdim… Taklitçiliğe kapılmaktan korktuğum için onu tamamıyla tekrar etmedim ama bölüm kurallarına ve cümle yapılarına harfi harfine uydum. Kitabımın Fleming’in kitaplarının yanında yer alması gerekiyordu ve bu romanlarda hikâye her şey demekti.”

Fleming’in Jamaica’da, Goldeneye’daki yazlığındaki yazma ritmini de takip etmiş Faulks: sabah bin kelime, sonra abc dalış, bir kokteyl, balkonda yemek, öğleden sonra bin kelime daha, sonra gene Martini ve kadınlar. Faulks bu listeden kokteylleri, öğle yemeğini ve dalışı çıkarmış tabii Londra’daki stüdyosunda ancak bu, romanı Fleming’in reçetesine uygun olarak altı haftada tamamlamasına engel olmamış. Bond bu kez 1963’ün soğuk savaş ortamında, bir hafta bile evli kalamadığı karısının öldürülmesinden sonra Servis tarafından zorunlu hava değişimi iznine yollanmıştır, emeklilik planları bile yapmaktadır. Ne var ki kısa süre sonra M’in emriyle, Paris’ten Hazar Denizi’ne uzanan bir coğrafyada uyuşturucu kaçakçılarının peşine düşer.

Afyon Çiçeği’nin Kural İhlali adlı bölümde, bu başarılı yazarın bir tenis kulübünde oynanan basit bir maçı dahi ne kadar heyecanlı bir entrika haline getirebildiğini görmek okuyucuya keyif veriyor (s. 71–86). Meraklısı için not: Faulks, avukat ve Kraliyet Danışmanı kardeşi Edward ile düzenli olarak tenis oynamayı asla ihmal etmiyor.

Kitabın İngiltere’deki yayıncısı Penguin’in, Bentley ile geliştirdiği ve yalnızca 300 adet basılan ve tüm dünyada ortalama bin dolardan alıcı bularak hemen tükeniveren muhteşem edisyonuna ise şimdilik sadece yutkunarak bakabiliyoruz. (bkz. yukarıdaki resim...)

YIP IftIharla sundu...Müsaitseniz gene bekleriz... ya da iGoogle'la yorulmadan görün güncellemeleri!



Add to Google