29 Nisan 2008 Salı

Manga, Şeker Kız Candy’den ibaret değil miymiş?..


Bizim kuşağımızın çocukluk anıları içinde Candy’nin, Marco’nun, Heidi’nin yeri ayrıydı. Erkek çocukların kendilerini özdeşleştirmekte zorluk çektiği kahramanlar ve o devrin Türkiye’si için son derece egzotik yerlerde geçen, birbirinden dokunaklı Japon işi hikâyeler gene o devrin estetik anlayışına uygun olarak en azından Petrocelli, Kolombo, Dallas ya da Zengin ve Yoksul kadar izleyiciyi kendilerine esir etmişlerdi.

Özdeşleştirememek demişken, olmayacak peynirleri Alp Dede gibi havalı hareketlerle kestikten sonra şişlere takıp, anneannemin çini sobasında kızartma denemelerimizi hatırlıyorum. Denemediğimiz kalmış mıydı sanki?

Okumayı annemin Tommiks-Teksas’larından, Tarzan’dan, Red Kit ya da Tenten maceralarından, Savaş, Korku gibi dergilerden öğrenmiştim çevremdeki birçok arkadaşım gibi. Tüm harçlığımı çizgi romana yatırırdım. Yazları kış boyunca aldığım çizgi roman dergilerini dayımın dükkânının önüne süslü bir tezgâh kurup satar, yenileri için sermaye yapardım. Sonra ortaokul yaşlarımda Fransız çizgiromancıların tümü girdi hayatıma, diğer İtalyan çizgi roman ağır abileri ve en sonunda da modern Amerikan çizgi romanları Türkiye’ye birer birer gelince benim diğer kötü alışkanlıklara ayıracak param kalmaz oldu. Şimdi geriye bakınca tüm çocukluk ve gençliğimin edebiyatla olduğu kadar çizgiromanla da çevrili olduğunu görüyorum.

Peki o zaman, çizgiroman ve hele de Japon yapımı çizgi filmler çocukluğumda bu denli çok yer etmişken adını çok sonra duyduğum manga’ya hiçbir zaman ilgi duymamış olmam nasıl açıklanabilir? Kırkına dayadığı merdiven bile eskimiş bu adam çizgi romana hâlâ dünya para harcarken, iki yılda bir marangozlar çağrılıp evdeki boş duvarlar yeni kitaplıklara bir bir yenik düşürülürken manga’ya olan bu kayıtsızlığımın ne gibi bir açıklaması olabilir? Acaba Japon çizgisini o zamanlar yalnızca televizyonda görmüş olmamız, sonraları televizyonun gözümüzden düşmesiyle birlikte mangayı da o göz ardı edilebilecekler arasına koymamıza mı neden oldu? Yoksa o zamanların manga çizgi dizilerini kızların daha çok sevmesi miydi uzak durmamın gerçek nedeni? Yoksa bu büyük bir hata mıydı? İnternet’te küçük bir gezinti “vataşiva, vataşiva, vataşiva keeeendiiiii” sözlerinin o kadar yıl sonra nasıl da hâlâ anımsandığını, bu çizgi dizilerin nasıl da önemli kültler haline geldiğini gösteriyor oysa.

İşte tam da bunları düşünürken (!) radyoda duyduğum bir anonstan, sorularımı yanıtlamam için bir fırsat doğduğunu öğreniverdim. Küçük bir dikdörtgen kutu içinde beni direksiyon başında sırttan görüyorsunuz, önümde camda yağmur damlaları, silecekler çalışıyor, radyodan gelen metalik sözcükler üstte zigzaglı bir balonda okunuyor: “Yapı Kredi Yayınları’nın Sanat Dünyamız Dergisi, kış sayısını Manga’ya ayırdı”. Hemen onun altında benim yuvarlak ya da oval küçük konuşma balonumun içinde büyük, kalın puntolarla bir: “???”

Sanat Dünyamız’ın şubat sayısını bulmak için çektiğim zorluklardan bahsetmeyi gerekli bulmuyorum. Ama on kadar büyükçe gazete bayisi ve önemli bir kitapçı zincirinin bazı şubeleri beni deliler listelerine almışlardır sanıyorum.

Ama dergiyi elime aldığımda bu çok özel dosyaya ayrılmış 136 büyük boy sayfada manga ile ilgili temel sorularımın cevaplarını bulabileceğime hemen ikna oldum.

Dosyanın editörü Burak Aydın’ın Manga: Çizgiroman meraklıları için bir giriş başlıklı yazısı manga konusundaki flu fikirlerin netleşmesini sağlayan birçok bilgiyi yerli yerine oturtuyor her şeyden önce. Sonra daha derine dalmak isteyenler için Manga tarihi ve Manga sözlüğü ile sürüyor dosya. Gon’dan Gen’e Türkiye’de Manga, Manga Türleri ve buna bağlı olarak Kızlar için Manga ve AmeriManga yazıları, Manga ve Animelerdeki rekabet, Fransız çizgiromanında Manga etkisine bir örnek yazıları farklı tarzlar ve Türkiye’de bunabilenler ve bulunmayanlar arasında renkli bir yolculuğa çıkarıyor okuyucuyu. Dosya yazarlarından bazılarının buluştuğu 19 sayfalık Manga ve Anime üzerine bir tartışma, Burak Aydın’ın Şahsi manga tanıtımları yazısı ve önemli manga ustalarıyla söyleşiler dosyayı tamamlıyor.

Benim okurken en fazla keyif aldığım yazılardan biri İnternet’te Bir Japon Haline Gelmek adlı eğitici bir diğer çalışmasını ve bazı fantastik hikâyelerini de bulabildiğim Laura Luchau’nun Hayatla ilgili her şeyi animelerden öğrendim başlıklı yazısı oldu. Çizgi roman tutkunlarının dünyasına, daha doğrusu dünyayı algılama yöntemlerine mizahi bir gözle bakan, 90’lı yılların sonunda California San Diego Üniversitesi’nde Cal-Animage kulübü üyeleri için yayınlanan Nannichuan bülteninde yer alan bu yazı, İnternet marifetiyle kısa zamanda tüm dünyada okundu. Ve “1. Savaş berbat bir şeydir.” maddesiyle başlayan ilk elli orijinal maddeye her yeni okumada yeni maddeler eklendi. Yazının başlığında büyük harflerle yazılmış:” Bu metni ciddiye almayınız!!!!” uyarısını göz ardı ederek hızla içine düştüğümüz sayfalardaki maddelerden birkaçını burada aktarmasak olmaz şimdi:

7. En iyi takımlar beş kişiden oluşur. (bu satırları yazanın sorusu: Bu futbol için de geçerli mi?)
8. Uzayda her şeyi ve herkesi duyabilirsin. (gene yazarın sorusu: Mustafa Abi?)
10. Çin’e gittiğinde rehberinden uzaklaşma, aniden lanetli bir göle düşebilirsin. (yazarın notu: 18 yıl profesyonel rehberlik yaptım aynı şeyi Sultanahmet’te de söyledim.)
14. Öğretmenler ufacık cisimlerle istedikleri her noktayı vurabilirler. (yazarın sorusu: Buna şahit olmayanınız var mı? Doğru işte…)
23. Misafirlikte yediğin yemek kötüyse en yakın saksının dibine göm (gizlice tabii ki ^_^) (yazarın notu: Pes!)
28. Ne kadar çok ve kabarık saçın varsa o kadar iyidir. (yazarın notu: Ben bunu Türk Pop ya da Türkiye televizyonları düsturu sanıyordum. Meğerse Japon şeyiymiş.)

Çizgiroman tutkunlarının “Televizyonda Süpermen izledi, sonra kendini balkondan boşluğa bıraktı!” açıklamasına ve buna bağlı olarak gelişen “Süpermen ve benzerleri yasaklanmalı! Çocuklarımız kötü etkileniyor!” hezeyanlarına karşı verdikleri tepkinin bu mizahi yansıması, kötünün iyinin yerine geçtiği günümüzün vahşi ve küresel liberalizmi ve yükselişteki kabalaşmaya karşın doğru iletişim kanalını bulmuş oluyor böylece.

Sanat Dünyamız dergisinin Manga dosyasından öğrendiklerimi tabii ki bu kısa yazıya sığdıramayacağım, ayrıca dergimi de kimseye ödünç vermem, ama artık Manga’yı göz ardı etmemem gerektiğini iyi biliyorum (ve ayrıca ondan korkmuyorum!).
(Bu yazım Vatan Kitap Dergis'nin 15 Şubat tarihli sayısında yayınlandı.)

Hiç yorum yok:

YIP IftIharla sundu...Müsaitseniz gene bekleriz... ya da iGoogle'la yorulmadan görün güncellemeleri!



Add to Google