29 Nisan 2008 Salı

Beck's Big Band kalmadı, futbol verelim...


Bu yazı yazıldığında o muhteşem Beck's Big Band iki yıllık çiçeği burnunda ama günleri artık sayılı bir topluluktu. BBB artık yok ama müziğinin tadı hala kulaklarımızda. Artık yollarına İstanbul Superband adıyla devam ediyorlar. Sahi bizim de bir big band projemiz vardı o ne oldu?..

Gittiğim son birkaç konser, tercih ettiğim müzik nedeniyle belki, bana hep aynı şeyi hissettirdi. Yaşlanıyorum, dinlediğim müzikleri de gençler dinlemiyor artık. Hele hafta içi akşamları, iş sonrası yeni açılan şık mekânlarda formuna dikkat etmek kaydıyla hafif bir şeyler atıştırıp bir “drink” aldıktan sonra, üzerlerindeki iş “maskesini” atmaya vakit bulamadan etkinlik kovalamak zorunda kalanların yaş ortalaması gittikçe yükseliyor. Mekânların kapılarında steyşın şirket arabaları kuyruk olurken, içeride de fön-balyaj-döpiyes, gri takım-kravat, şık gözlük hâkimiyeti kendini gittikçe daha fazla hissettiriyor. İşitme cihazı ve şık bastonlar görmeye başlayacağımız günler de yakın herhalde.

13 Nisan 2004 Salı akşamı Beck’s Big Band, Babylon’da bir konser verdi. 2002 yılında ünlü ve tecrübeli trombonist, piyanist ve basist şef Aycan Teztel tarafından kurulan BBB, Türk cazı milli takımı havasında, ülkemizin en önemli solistlerini buluşturuyordu ve daha önce flaş konukların da katıldığı konserlerle müzikseverlerin gönlünü fethetmişti. Herkesin bireysel olarak öne çıkmaya çalıştığı müzik piyasasında, bu kadar büyük ve bağımsız tek grup olma özelliğini taşıyor BBB bugün, TRT Caz Orkestrası’nı kategori dışı bırakırsak tabii.

İlk kez izleme fırsatını bulacağım topluluğu, DJ’in son derece sakin giden cool caz setine kulak kabartarak bekledik. Caz ağırlıklı bir program yaparlar herhalde derken BBB, John Berry’nin son derece funky, zımba gibi Beverly Hills Bigfoot parçasıyla açtı konserini. Eylem Pelit’in sağlam bas yürüyüşü, tüm konserlere klasik müzik müzik konseri tavrıyla yaklaşmayı alışkanlık haline getirmiş dinleyicileri, daha ilk parçada ısıtmayı başardı. Sonra bir Michel Camilo, bir Matt Harris parçası, Keith Jarret’in The Raven Speaks’i derken, konserin ilk bölümü Chick Corea’nın, davulcu Volkan Öktem’in kusursuz partisyon takibi ve Şenova Ülker’in trompetiyle büyüyen Spain’iyle ve tabii doğal olarak alkışlarla sona erdi.

Arada konuşma fırsatını bulduğum şef Aycan Teztel, daha çok yakın arkadaşları ve öğrencilerinden oluşturduğu grubun, big band keyfini sürdürmek için çaldığını, repertuarını da seyircinin kulağına rahat oturan keyifli parçalardan seçtiğini anlattı bana. Doğaçlamaları dahi sınırlı tutmaya gayret ediyorlardı. Grup yirmi yedi kişiye kadar çıkıyordu bazı konserlerde, ama Babylon’un sahnesine o akşam ancak on yedi üye sığışabilmişlerdi. Bazıları ilk, bazıları ikinci kez çalıyordu grupla.

Konserin “Film Müzikleri” başlığına uygun olarak Star Wars ve Children of Sanchez’le başladı ikinci bölüm ve bir sürpriz: Chuck Mangione’nin meşhur parçasının adını bilenlere, grubun menajerliğini de üstlenen Müzikal Yapım’ın bu devirde büyük cesaret göstererek piyasaya sürdüğü, Burak Demir’in “Dreamin’ İstanbul” albümü armağan edildi şef Aycan Teztel tarafından. Ayıptır söylemesi, bu albümlerden birini de ben kazandım, sabah uyanır uyanmaz dinledim, o akşam bir parçayı radyoda çaldım ve 2003 tarihli bu çalışmanın bu yaz tüm açıkhava mekânlarımızda sık sık çalınacağına kani oldum.

İki standart, As Time Goes By ve Pink Panther’dan sonra, gittikçe daha çok gruptan dinlediğimiz Taş Devri teması geldi. Ve şimdi sırada Muppet Show mu yoksa Aşk Gemisi mi var derken Aycan Teztel kötü bir haber verdi sahnede: Beck’le kontratları Mayıs sonunda bitiyordu ve yeni sponsor arayışına girmek zorunda kalacaklardı. Bu kadar büyük isimleri bir arada tutmanın zorluğu bir yana, beş kişiyi geçen grupların kulüplerde çalması da ekonomik olarak neredeyse imkânsız hale geldi bugün. O akşam sahnede ancak üçte ikisini gördüğümüz bu muhteşem topluluk İstanbul’a bir beden büyük müymüş gerçekten, bunu bu yaz anlayacağız. Bu haberden sonra Yahya Dai alto saksofonla doğaçlama bir intro yaptı, eyvah hüzün derken, sıradaki parçanın ilk ölçüsü bile, salondaki herkesin yüzünü güldürdü: Melih Kibar’ın Hababam Sınıfı teması. Her konserde aynı şey oluyor, en çok bildiğimiz, bizden parçaları duyunca basıyoruz alkışı. Yıllar yılı göz ardı ettiğimiz, çoktan tu kaka ilan edilmiş doğu temalarını, arabeski yeni şeyler keşfeder gibi, birkaç yıl önce onlara burun kıvırdığımızı unutarak, çocukça bir merakla dinleyip neşeleniyoruz. Gelenek bozulmadı, gecenin açık arayla en çok alkış alan parçası Hababam Sınıfı oldu.

Alkış alanları sayarken, Volkan Öktem’i de unutmamak gerek tabii, yaşasın davul!

Birkaç parça sonra grup üyelerinin Watermelon Man sırasında yapılan tanıtımıyla konser bitti. Ertesi sabah işe gitmek zorunda olduklarını hatırlayan ve ufak ufak hesap ödemeye başlayan dinleyiciler, bis istemeye ne yazık ki cesaret edemediler.

Beck’s Big Band bu isim altındaki son konserini, mayıs ayı sonunda gene Babylon’da verecek, kaçırmayın derim ben, ne olur ne olmaz.

Böyle sağlam bir big band’i sahnede bir daha izlemek için, yurt dışından birilerinin lütfedip gelmesini beklemek zorunda kalabilirsiniz.

(Aslı "Son fıçıya mı yetişebildik yani?" başlığını taşıyan bu yazım 2004 yılı Nisan ayında artık ne yazık ki varolmayan Beyoğlu Gazetesi'nde yayınlandı.)

Hiç yorum yok:

YIP IftIharla sundu...Müsaitseniz gene bekleriz... ya da iGoogle'la yorulmadan görün güncellemeleri!



Add to Google