“YOLDA TUTMAK...
.
Günün birinde, çocukken yaşadığım çiftliğin bahçesinde bir at belirdi. Atın üzerinde tanımlayıcı bir işaret olmadığı gibi, kimse de nereden geldiğini bilmiyordu. Hepimiz onun bir çiftliğe ait olduğunu, geri götürmemiz gerektiğini düşünüyorduk.
.
Babam atı eyerledi ve birlikte yola çıktılar. Babam atın içgüdülerine güveniyordu, onun yolunu bulacağından emindi ve onu sadece otlamak için yoldan çıktığında yönlendirmekle yetindi. Kısa zaman sonra, at sahibinin çiftliğine ulaştılar.
.
Atın sahibi onları görünce şaşkınlığını saklamadı ve babama atın o çiftlikte yaşadığını nereden bildiğini sordu. Babam da “Ben değil, at biliyordu. Benim yaptığım tek şey atı yola çıkarmaktı.” cevabını verdi.
Atın sahibi onları görünce şaşkınlığını saklamadı ve babama atın o çiftlikte yaşadığını nereden bildiğini sordu. Babam da “Ben değil, at biliyordu. Benim yaptığım tek şey atı yola çıkarmaktı.” cevabını verdi.
(Kaynak: Uygulamalarla NLP, Sue Knight, Sistem Yay. , 1999, s.65.)”
Güzel bir gündü. Ama en önemlisi Ali İhsan Bey'in, Ali İhsan Göğüş'ün o dinç, mutlu sesinin antrenmanın ortasında ansızın kulağımın içinde çınlamasıydı. Yanlış anlamayın, mavidiş (öyle derlerdi ya ilk çıktığında) kulaklık sayesinde. Yazıda aktardığım izlenimlerimde hiç yanılmadığımı Cumhuriyette senelerce dirsek çürütmüş dostlarımla yaptığım sohbetler sayesinde doğrulamıştım. Benim kendisini okurken aldığım keyfi yansıtmaya çalışmıştım Vatan Kitap Dergisi okurlarına, o keyfi Ali İhsan Bey'e de aktarabilmiş olduğumu ilk ağızdan öğrendim. Şimdi dünyanın şanslı adamlarından bir diğeri olarak, yazıda sözünü ettiğim Ali İhsan Bey'le bir kahve içmek dileğimin gerçekleşeceği günü iple çekeceğim.
Sonra akşamüstü, Cevat Hoca yukarıda okuduğunuz öyküyü hepinizden önce bana gösterdi. Doğayla iç içe geçmiş çocukluğundan bir öykü çıkardı bana sanmıştım ki, altındaki S. Knight imzasını gördüm. Kenarda saklayayım dedim, "Cevat Hoca'dan sevgilerle, dersin" dedi. İşte saklıyorum.
Son olarak da az önce kızkardeşim dedi ki: "İzmirli bir okurun (kendi arkadaşlarından biriymiş tabii, anlattı sonra) “boyöz değil, boyozdur o!” diyor aloo!"
"Oh be! dedim. Boşa yazmıyormuşum o zaman..."
Güzel bir gündü. Ama en önemlisi Ali İhsan Bey'in, Ali İhsan Göğüş'ün o dinç, mutlu sesinin antrenmanın ortasında ansızın kulağımın içinde çınlamasıydı. Yanlış anlamayın, mavidiş (öyle derlerdi ya ilk çıktığında) kulaklık sayesinde. Yazıda aktardığım izlenimlerimde hiç yanılmadığımı Cumhuriyette senelerce dirsek çürütmüş dostlarımla yaptığım sohbetler sayesinde doğrulamıştım. Benim kendisini okurken aldığım keyfi yansıtmaya çalışmıştım Vatan Kitap Dergisi okurlarına, o keyfi Ali İhsan Bey'e de aktarabilmiş olduğumu ilk ağızdan öğrendim. Şimdi dünyanın şanslı adamlarından bir diğeri olarak, yazıda sözünü ettiğim Ali İhsan Bey'le bir kahve içmek dileğimin gerçekleşeceği günü iple çekeceğim.
Sonra akşamüstü, Cevat Hoca yukarıda okuduğunuz öyküyü hepinizden önce bana gösterdi. Doğayla iç içe geçmiş çocukluğundan bir öykü çıkardı bana sanmıştım ki, altındaki S. Knight imzasını gördüm. Kenarda saklayayım dedim, "Cevat Hoca'dan sevgilerle, dersin" dedi. İşte saklıyorum.
Son olarak da az önce kızkardeşim dedi ki: "İzmirli bir okurun (kendi arkadaşlarından biriymiş tabii, anlattı sonra) “boyöz değil, boyozdur o!” diyor aloo!"
"Oh be! dedim. Boşa yazmıyormuşum o zaman..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder