Zor olmadığı iddiasında değilim.
Vücudumuzu fiziki kapasitesinin çok altında kullanıyor, dolayısıyla da eğer eskisi kadar yemeyi sürdürüyorsak, zaten sonuna kadar dolu depolarımızı daha da geliştiriyoruz.
Anne babalarımızın bizim yaşımızda kullandıkları kapasitenin yarısını kullanmıyor, odun-kömür taşımıyor, ev temizlemiyor, bulaşık yıkamıyor, patates soymuyor, et kesmiyor, çamaşırlarımızı suya bastırmıyor ya da merdaneli makinada yıkamıyoruz, halılarımızı da yıkayamıyor, yorganları dövmüyor, iki-üç yılda bir evi boyamıyor, otobüs durağına da yürümüyoruz mesela. Kışın daha iyi ısınıyor, yazın düğmeye basıp serinleyiveriyoruz. Depolarımıza stok yapan program ise bunu henüz algılayamadı.
Haftada bir yürümek, koşmak ya da yüzmenin hiç faydası olmadığı aşikar, sonrasında oturup daha fazla yiyoruz haliyle.
O zaman bir yandan porsiyonları ve mide kapasitesini azaltırken, günlük hayatımızın içine birazcık daha fiziki aktivite sokmamız, bu artık atıl kalan depoların zamanla boşalmasını, güç de olsa, eninde sonunda sağlayabilir. Üstelik dikkatli olursanız, o katı "şunu ye-bunu yeme"ler olmadığı halde…
İsteyene birkaç ipucu…
Daha az ye, yani porsiyonları ufalt…
Ben başlangıçta, hem dehşetengiz bir açık büfe oluşturduğumuz kulüpte, hem de naçizane evimde o öğünde yiyeceğim her şeyi tek servis tabağına sığdırmakla başladım… Zordu, sonuçta çapı 27 ile 33 cm. arasında değişen tabakların belli bir kapasitesi var, ister istemez yükseklik uygulamalarına kafa yormaya başlıyorsun. Ama bu, bir süre sonra 5 litrelik su boyutuna seneler önce ulaşmış midenin her geçen gün biraz daha az malzeme ile yetinerek ufalmasına yardımcı oluyor. Bir süre sonra bakıyorsun ki yükseklikle uğraşma aşamasından tabakta renk düzenlemesine, klasik tabloların modern yorumlarına falan kafa yorma aşamasına geçmişsin. Ha bu arada, ekmekler tabağa sığmıyorsa mesela, demek ki onları yemeyebilirmişiz aslında. Bu arada ne kadar şahane olduklarını düşünsek de boşu boşuna mayonez-kokteyl sos vesaire boca etmiyoruz tabağa, bir de aşçımızdan nefret de etsek onun tuz oranına sadık kalıyoruz, tuz eklemiyoruz. Makul miktarda zeytinyağı, limon, sirke, balzamik, her tür baharat, özellikle azıcık soğan ve sarmısak serbest ve hatta zaruri. Meyve ya da tatlıyı aynı tabağa koymak zaten olmuyor ya, dolayısıyla ana yemekten kısa bir süre sonra yemek üzere hazırladığın 21 cm. tabakta, kule tasarımından, İngiliz bahçesine geçme aşaması biraz çetrefilli. Ama ben 6 ile 8 parça baklavadan ikiye düşebildiysem herkes de düşebilir. Şimdi tabaklarım çok daha zarif ve çekici, ve hatta çoğu zaman kışkırtıcı ve baştan çıkartıcı.
Biraz daha az karbonhidrat, biraz daha lifli gıda ve protein…
Patates out - karides in ya da lazanya out - taze fasulye in gibi, pilav konusunda da gene Vedat Milor Abi'nin muhteşem sözü:
"Sadrazam Mahmut'un pilavı o kadar güzel ki, her akşam bir kaşık yesem bıkmam!"
Yavaş yiyebilmek için kendine vakit ayır…
Hani şu aptal mide reseptörleri aptal beyin reseptörlerine "doydum beaaa!!!" mesajını bilmem kaç dakika sonra yolluyormuş ya, kısa devre yaptırarak bu süreyi kısaltamayacağına göre, eskiden "iki yarım ekmek kokoreç, iki çeyrek midye, bi zümküfül" yiyebildiğin süreye "bi yarım ekmek kokoreç, on dakika sonra bi yarım ekmek midye" yaymayı başarabildiğin gün anlıyorsun ki, bu da yetebiliyormuş aslında…
Yalnızca sana "şaaaahaaane" gelen şeyleri ye…
Bunu yapmaya başlayınca, kapasitesini azimle azalttığımız mideyi, az buçuk kazındığı için ya da saati geldiği için ya da ne bileyim yalnızca sıkıldığımız için olmayacak şeylerle doldurmuyoruz. Az yiyeceğimize göre en iyisini seçmeli, gerekiyorsa daha fazla uğraşmalı, seçerken ve hazırlarken daha fazla özen göstermeli ve hatta sanıyorum ki daha fazla para da harcayabilmeliyiz. Bakkal ekmeği arasına herhangi bir beyaz peynir ya da kaşar peyniri doldurup mideye indirmek yerine, müthiş bir fırının müthiş ekmeklerini incecik kesip, üstüne eski ( mesela "biberli" denen ve gittikçe daha az rastlanan) bir kaşar ve iyi bir mortadella ve çubuk turşu ya da keçi peyniri, közlenmiş kırmızı biber ve fesleğen koyup kanape yapmak gibi bir şey… Ya da o fabrika tavuklarından tamamen vazgeç ve köy tavuğu peşinde koş gibi... Bir de JB yerine Chivas Regal var mesela, ciddiyim.
Su içmeyi bırakma ve kahveyi dozunda bırak…
Soğuk su metabolizmayı hızlandırdığı gibi, mideni de kandırabiliyor, kahve ise tuhaftır ama iştah açıyormuş iyi mi? Günde bir şişe soda ya da bir multivitamin-mineral tableti de metabolizmanın iyi çalışması için eksik kalan ıvır zıvırı tamamlıyor. Bira yerine light bira, üçüncü kahve yerine bir yeşil çay, kola yerine zero, beyaz yerine roze ya da kırmızı şarap, şarap yerine rakı, dört duble yerine dört tek rakı, her gece rakı yerine yarın gece rakı da kilo vermede yardımcı oluyor tabii.
Bu öğün aralarını çok takmasak da olur…
Gözde diyetisyenler, frenleri bozulmuş hastalarına altı öğün falan öneriyorlar ya, o yalnızca frenler tamamen tamamen devre dışı kaldıysa gerekli herhalde. Yoksa ceviz ve fındık hele de fıstık gibi, ya da havuç gibi el-ağız oyalayıcılarla, hele de kepekli-kepeksiz tüm bisküvi ve kurabiyelerle, cipslerle ve hatta yoğurt ve yoğurt türevleriyle arana mesafe koy. Bu mesafenin en uygunu senin evle süpermarket arasındaki bence. İş olsundan bir kase kiraz bu mevsimde yeterli, günde bir kiloya ulaşmaması kaydıyla.
Temel olarak bu yeterli galiba…
Son olarak, günlük hayatına sokuşturabildiğin kadarcık aktivite yerine doğrusu, tabii ki her gün, olmazsa haftada en az üç gün ağırlığa karşı çalışmak, ama o konuya bu yazıya gelen cevaplara göre değinmem daha doğru olur…