Yapı Kredi Yayınları’ndan geçtiğimiz aylarda yayımlanan “Bedenin Tarihi”, beden ile insanın ürettiği tüm kurumlar arasındaki ilişki üzerine kafa yormuş akademisyenlerin, farklı alanlarda bedeni inceledikleri makaleleri bir araya getiriyor.
Kitap son derece geniş bir yelpaze içinde Avrupalı bedenin Rönesans’tan Aydınlanma Çağı’na kadar ne şekilde algılandığı üzerine açıklamalar ve yorumlar barındırıyor ki, günün birinde ülkemiz bedenlerinin tarihi gibi netameli bir konuya girişmek isteyen olursa bu kitaptaki yaklaşımlar zihin açıcı olacaktır mutlaka.
Kitapta konuların neye göre dizildiği konusunda önsözde bir bilgi yok, fakat ilk başlık “Beden, Kilise ve Kutsal”, ve bu da editörler, dinin bedenin tarihinde başrollerden birini oynadığını mı düşünmüşler, diye sorduruyor. Daha sonra sırayla cinsellik, egzersiz, fizyognomoni (ne olduğunu anlamak için kitabı devirmemiz gerekiyor maalesef), kadavra teşrihi, sağlık ve hastalıklar, gayrı insani beden (yani marjinal bedenler), kralın soylu bedenine yaklaşımlar ve “et, zarafet ve yücelik” ilişkisi üzerine odaklanan bölümlerde beden –herhalde enine boyuna demenin en doğru olacağı konulardan birindeyiz- Avrupa kültürel tarihinin farklı bakış açıları karşılaştırılarak inceleniyor.
Kitap son derece geniş bir yelpaze içinde Avrupalı bedenin Rönesans’tan Aydınlanma Çağı’na kadar ne şekilde algılandığı üzerine açıklamalar ve yorumlar barındırıyor ki, günün birinde ülkemiz bedenlerinin tarihi gibi netameli bir konuya girişmek isteyen olursa bu kitaptaki yaklaşımlar zihin açıcı olacaktır mutlaka.
Kitapta konuların neye göre dizildiği konusunda önsözde bir bilgi yok, fakat ilk başlık “Beden, Kilise ve Kutsal”, ve bu da editörler, dinin bedenin tarihinde başrollerden birini oynadığını mı düşünmüşler, diye sorduruyor. Daha sonra sırayla cinsellik, egzersiz, fizyognomoni (ne olduğunu anlamak için kitabı devirmemiz gerekiyor maalesef), kadavra teşrihi, sağlık ve hastalıklar, gayrı insani beden (yani marjinal bedenler), kralın soylu bedenine yaklaşımlar ve “et, zarafet ve yücelik” ilişkisi üzerine odaklanan bölümlerde beden –herhalde enine boyuna demenin en doğru olacağı konulardan birindeyiz- Avrupa kültürel tarihinin farklı bakış açıları karşılaştırılarak inceleniyor.
(gerçek görseli budur, yukarıdaki resim daha çok hoşunuza gitmiş olsa da lütfen ona itibar etmeyiniz...)
Diğer yandan, kitap daha önce dile getirilmiş birtakım temel sorulara, açıkça dillendirmese de alttan alta cevaplar da barındırıyor: Beden nedir, bedenimiz kime aittir ve dahası. Foucault’nun bu ilk soruya cevap teşkil edecek son derece keskin bir tarifi var: “Bedenim mahkûm olduğum, çıkışsız yerdir.”
İkinci soruya takılanlar için: Sezonun ikinci yarısında, kaburgalarında çatlak ve kırık, bacak üst arka adalelerinde çeşitli derecelerde zorlanmalar gibi önemli sakatlıkları bulunmasına rağmen takım arkadaşlarını yarı yolda bırakmak istemedi, neredeyse her maça çıktı. Son maçta adlığı darbeler yüzünden yürüyemediği için madalyasını almaya gelemedi, gene yürüyemediği için podyuma arkadaşlarının omuzlarında çıktı. Ertesi sabah Milli Takım kampına katılarak üç haftalık yoğun tedavi sonucu Avrupa Kupası grup maçlarının (bu yazı yazılana dek) ikisinde de yer aldı… Sizce Servet Çetin, önümüzdeki yıllarda öğrenim göreceği İstanbul Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’nda da üzerinde önemle durulacak olan bu önemli kitabı henüz okumadan da bedeninin kime ait olduğu hakkında sağlam bir fikir sahibi olmuş mudur?
Tuba Özay ya da Eda Taşpınar konularına hiç girmek istemiyorum.
Yıllar boyunca okunacak en değerli kitaplardan biri.